HİKAYELER VE ÖZLÜ SÖZLER

osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
İNSAN SEVDİĞİNE VERDİĞİNİ SAYAR MI?
Derviş biri tesbih çekerek, yürüdüğü bir anda,
sırtında yükle bir köylü ile karşılaşır.
Selam verip, sorar:
?
Hayırdır efendi, bu kadar yükü kime götürürsün?
?
Köylü: sevdiğime elma götürürüm.
?
Derviş güya Bir kişi bu kadar elmayı ne yapacak kabilinden bir soru sorar:
Kaç elma var orada?
?
Köylü ibretlik bir cevap verir:
Derviş efendi, İNSAN SEVDİĞİNE VERDİĞİNİ SAYAR MI?
?
İnsan sevdiğine götürdüğünü sayar mı?
?
Derviş cezbeye gelir, duygu tufanında elindeki tesbihi kırar ve atar.
"BEN NASIL RABBİME GÖNDERDİĞİMİ SAYARIM"
diyerek kendini dağlara vurur.
Ve tesbihi şudur artık;
Yerde sensin Allah,
Gökte sensin Allah,
Gördüğüm ve göremediğim her yerdesin Allah.
?

Evet dostlar!
?
İNSAN SEVDİĞİNE VERDİĞİNİ SAYAR MI?
?
SAYARSA BU NASIL BİR SEVGİDİR...
?
FEDAKARLIKLARININ HESABINI YAPAR MI?
?
YAPARSA BU NASIL BİR SEVGİDİR…
?


241739659_2921798531467544_8375056574237359292_n.jpg

38068083_1688145867965013_7537730603060297728_n.jpg


40515527_2509603189080088_379793851927232512_n.jpg


44610399_798605037140875_7263195413031682048_n6b50872a8c332483.jpg


45991462_10156375693763248_1467878182341312512_n1d73e5112677e22e.jpg


46197202_1126704530827953_4792857879390453760_n945a717d1736b5d0.jpg

49245167_1897092300403701_8086304334574256128_n.jpg


52165048_1357919521015469_5967502555486355456_n.jpg


52598577_10158181097472926_5619718497815756800_n.jpg


56790833_2241383132654709_4944295853562003456_n.jpg


65387372_2281297542119382_3251946969341362176_n.jpg


78941329_2702073146585703_13341963717705728_n.jpg


79245090_2705407276252290_5279925677770932224_o.jpg

79663156_2703494569776894_466993378937012224_n.jpg


80445300_2700106080115743_3364114287999057920_n.jpg


82033499_2778945202159242_3943015608223793152_n.jpg


223394334_4306227912764289_8784875085094320446_n.jpg
 
Son düzenleme:
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
260413512_10158990173068248_2271979356639755703_ne82b1d09632a66c8.jpg


(Artık çok geç ama isteseydin çok şey yapabilirdin)
Annesi öldükten sonra, biz karı koca çalışıyoruz seninle ilgilenemeyiz bahanesiyle seksen yaşındaki hasta babasını huzur evine yatıran oğlu çok seyrek de olsa onu ziyarete gidiyordu.

Yaşlı adam oğlu dünyaya geldiğinde kırk yaşındaydı. Bundan önceki çocukları yaşamamış bu oğlunu da kurbanlar keserek büyütmüştü.

Tek evlatlarıydı, bir şey olacak diye içleri titremişti. Oğlu o gün huzur evinden bir telefon aldı. Telefondaki ses baban çok hasta her an ölebilir seni görmek istiyor diyordu.

Oğlu arabasına binip oraya gittiğinde babası zor nefes alıyordu. Oğlu babasının ölmek üzere olduğunu anlamıştı.

Babasının ellerini tutup "Baba senin için ne yapabilirim?" “Senin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu.

Babası feri sönmüş gözleriyle uzun uzun oğlunun gözlerinin içine bakıp;zor duyulur bir sesle

"Artık çok geç ama isteseydin çok şey yapabilirdin... Ama yapmadın" dedi ve devam etti.

"Çoğu akşam yemek yetişmediği için aç yattım. Klimayı açmadılar sıcaktan fenalaştım.

Buzdolabım yoktu bir bardak soğuk su içemedim. Sıkıldığımda temiz havaya çıkaranım olmadı.,

Altımı ıslattım diye tokat attılar.
Ayda bir kere banyo yaptırdılar;
kirden vücudumda yaralar oluştu.

Bana bu yapılanlar arkası kuvvetli olanlara yapamadılar çünkü onların ilgilenenleri vardı ve ben ise kimsesizdim.

Biliyor musun?

En çok da sevgisizlik acı verdi.
Kimse saçımı taramadı, yüzümü okşamadı. Sen terk edilmişlik nedir bilir misin oğlum?

Terk edilmişlik, ölmeden mezara konmaktır bunu unutma olur mu.

İşte böyle artık her şey için çok geç senin benim için yapacağın hiç bir şey kalmadı.
Ben her şeye alıştım da sadece senin özlemine alışamadım." derken feri sönmüş gözlerinden iki damla yaş yuvarlanıp yanaklarında dondu.

Oğlu şok olmuştu.
"Bana bunları neden şimdi söylüyorsun, neden daha önce söylemedin?"

Babası, "Nasıl söylerdim ki sen beni koskocaman evinde bir köşeye sığdıramamış, bana burayı layık görmüştün. Seni rahatsız etmek istemedim oğlum. Benim için artık çok geç de ben asıl senin için üzülüyorum çünkü sen yaşlandığında çocukların seni buraya bırakırlarsa benim dayandıklarıma sen dayanamazsın.

Unutma ki ne verirsen onu alırsın oğlum" dedi ve gözlerini kapattı. Belli ki bu konuşma onun son kalan gücünü de tüketmişti. Bir saat sonra sıkı sıkı tuttuğu oğlunun eli ellerinden kayıp düştü. Evet, bir baba daha içi acıyarak hayata veda etmişti.???
Rabbim hayırlı evlatlar nasip etsin Cümlemize İnşALLAH!

“YİRMİ BEŞ KURUŞ’UN HİKAYESİ
?????
Ağlaya ağlaya okuyacağınız, tarihimizden gerçekleri anlatan bir hikaye. Okurken o anı yaşatan bir hikaye. Bu güzel hikayeyi okumadan geçmeyiniz lütfen….

Seferberliğin ilânıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edildi. 23. Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit– Çanakkale yoluyla cepheye sevk edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek hazırlamalarını, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamalarını istedi. Böylece yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate (yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu. Aynı şekilde, o yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca. Muhtar;

“Burasının köy olduğuna bakmayın. Burası büyük bir köydür. Sizin
taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz.. Merak etmeyin deyince askerler, köyden ayrıldı. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek hazırlamışlar, yatacak yerlerini hazırlamışlardı. Tabur Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük kumandanı şöyle anlatıyor:

“Ben her zaman, seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi. Kadına:

“Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?” diye sordum.

“Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…”

“Kim senin evlâtların?”

“Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlât vereceğim, dediydi… Onlara yataklar hazırladım… Yemekler hazırladım… Gelmediler… Onları arıyorum..”


Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da “başakçılık” deniyordu. Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı. “Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz… Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, iki büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak elinde bir torba yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nene idi.

“Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı onu koydum… Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…”

Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir #yirmi #beş #kuruş çıktı. Bana uzattı.

“Kumandan oğlum… biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?..”

Şaşırdım..

Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu… Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim..

“Bölük… Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı.. Bunu ona helâl ettirin..!” “Yürüyüş emrini verdim.. Nene arkamızdan el sallıyordu.. Bölüğüm.. O yirmi beş kuruşu helâl ettirdi… Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, şehit oldu… Bu millet böyle bir millettir…

(KARTALLARIN VE LEYLEKLERİN SAVAŞI)
İçinizde bu olayı duyan oldu mu?
==============
Haziran, 1934
Uludağ zirvelerinden inen 6 kartal, Bursa Orhangazi'de bir leylek yuvasına saldırdı.Anne ve baba leylekleri öldürüp, 4 yavruyu kaçırdılar.
Aradan bir kaç gün geçti...
Yine bir grup kartal, yine Orhangazi'de başka bir leylek yuvasına saldırdı.
Ancak bu kez yuva boştu.Nasıl haberleştiler ise, leylekler yavrularını güvenli bir yere gizlemişti.
Sonra her yerden haberler gelmeye başladı.
Kartallar gruplar halinde leylek yuvalarına saldırıyordu.
Bir kaç gün sonra ülkenin dört yanından Bursa, Aydın ve Trakya'ya yüzlerce
leylek akın etti.Aynı şekilde kartallar da toplanıyordu. İnsanlar çevrelerinde leylek ve kartal sayısının olağanüstü arttığının farkındaydı.
Gökyüzünde bir hareketlenme vardı.
Bir şeyler oluyordu.
Bu kuşlar neden toplanıyordu?
Bu neyin habercisiydi?
Leyleklerin ve kartalların toplanması iki ay sürdü.
Ağustos ...
Aydın'da Menderes deltasında inanılmaz bir savaş başladı.
Havada amansız bir mücadele vardı.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar.
Halk başı yukarıda bu savaşı izliyordu.
Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu.İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı.Köylüler yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı.
Nineler yaralı leyleklerin başında dua ediyordu.
Hatta Kızılay'ı göreve çağıranlar bile oluyordu.
Kimileri ağaçlara tırmanıyor, yuvalardaki yavru leyleklere yiyecek ulaştırıyordu.
Ülkenin genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın bu savaşa müdahale etmesini isteyenler bile vardı.
Ama günler geçiyor, savaş sürüyordu.
İki taraf da kayıplar veriyordu.
Daha da ilginci hem leyleklere, hem de kartallara ülkenin değişik yerlerinden sürüler halinde takviye geliyordu.
Bu savaşı kim kazanacak?
Kartallar güçlüydü ama leylekler sayıca üstündü. Üstelik daha organize idiler. Genç leylekler kartalları yoruyor, tecrübeli yaşlılar ise
yorulan kartala öldürücü gagayı vuruyordu.
Ayrıca insanların yardımı nedeniyle leylekler yerleşim birimlerine yakın bölgelerde savaşıyordu.
Kartalların savaşı ormanlık, dağlık alanlara çekmesine izin vermiyorlardı.
Her yerden ölü ve yaralı haberleri geliyordu.
Sayıları yüzlerle ifade ediliyordu.
Neyse ki günler sonra savaş bitti.
Kazanan sayıca üstün olan leyleklerdi.
Kartallar bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı..
1934 yılında yüzlerce insanın izlediği pek çok gazeteye konu olmuş bir savaş bu.
O günlerde Türkiye'deki New York Times gazetesinin muhabirinin Amerika'ya bu haberi geçtiği söylenir.
Derler ki, leyleklerin ve kartalların savaşı bir kaç yıl sonra Kara Harp Okulu'nda havacılık dersinde işlendi.
İki tarafın savaş taktikleri öğrencilere anlatıldı.
 
Son düzenleme:
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
Bir sözünü iki etmedim ?
Beyler oturmuş eşlerinin hallerinden şikayat ediyor.
Bir tanesi mutlu mesut oturuyor. Arkadaşları, kardeşim senin eşin evliyanı? Senin hiç şikâyetini duymadık, bunun sıŕrı nedır?
Başlar anlatmaya.! Ben eşimi kendi köyünden aldım gelinliğiyle ata bindirdim. Kestirme olduğu için dağ yolundan geliyoruz, benim atımın ayağı taşa takıldı ve sendelerdi. Eşim benim atımın kulağına eğilip, Biir dedi.
Az ilerde hayvanın ayağı yine BIR kayaya takılıp sendeleyince, atın kulağına İkıi dedi. . Üçüncü defa hayvan takılıp sendeleyince, atından indi, çeyizlerinin yüklü öldüğü atın üzerindeki yükten bir silah çıkarıp, Üüüç deyip benim ata ateş etti ve at öldü .
Bende niye atı öldürdün diye söylenmeye başladım, benim kulağıma eğilip Bıır dedi ! VE o gün bu gündür hanımın biir dediğini iki ettiremedik. Böylece,, gül gibi geçinip gidiyoruz ! ????????
 
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
Ona göre davran.
Einstein diyor ki: "Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir."

311069531_111344328420656_7070876176036049629_n.jpg


"Yoklama alıyorum sessiz olun!
Kaygı? Burda!
Hüzün? Burda!
Yalnızlık? Burda!
Mutluluk?.. Mutluluk?.."
C.Süreya

311474258_112749521613470_8433853806594128452_n.jpg


Günün Motivasyonu: Kartal gibi ol!
Hayat hiç beklemediğiniz acılar, düşüşler, kaybedişlerle sizi sınadığında kendinize sığınak aramayın. Ağır yıkıntılar bir süre kabuğuna çekilmeyi gerektirse de en azından o sığınakta uzun süre kalmayın.
Herkesin bu hayatta sorunlarla baş edebilmek için kendi yöntemleri vardır. Her düşüşte bir öncekinden daha yüksek hedefler belirleyin. Ve tereddüt etmeyin. Sizi yeniden aşağı çekmek hatta yeniden yok etmek isteyenler olacaktır. En kötüsünü zaten yaşadınız. Aldırmayın!
Bir kartal olun! Üzerinize yağdırılan yağmurlardan, düşürülen yıldırımlardan bulutların üstüne çıkarak korunun. Bugün gülüyor olabilirler. Ama emin olun siz başardıkça hiç hoşlarına gitmeyecek.

311153922_111176878437401_9179156550133577100_n.jpg
 
Son düzenleme:
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
Dedesi torununa doğum gününde yavru bir muhabbet kuşu hediye eder. Ancak kuş o kadar hırçındır ki küçük çocuğa hiç yaklaşmaz. Hatta eline almak istediğinde minik parmaklarını gagalayarak yara içinde bırakmaktadır.
Küçük çocuk dedesine kuşun yaptıkları nedeniyle şikayette bulunduğunda dedesi hep aynı şeyi söyler:
"İnsan yaralarıyla büyür evlat. Sen onu sevdin mi?
"Sevdim hem de çok."
"O da seni sevdi. Ufak tefek yaralardan bir şey olmaz. Ellerindeki yaralar iyileşir. Allah aranızdaki muhabbete zeval vermesin."
Böyle böyle muhabbet kuşu ile küçük çocuğun arasında çok güzel bir arkadaşlık başlar.
Bir gün muhabbet kuşu yem kabını devirmiştir. Bunu gören küçük çocuk çok sinirlenir ve başlar ona kızıp bağırmaya. Dakikalarca bağırır kuşa...
Kuş kafesin bir köşesine siner ve o akşam bir kere bile ötmez. Sabah uyandıklarında çok sevdiği kuşunun yanına giden küçük çocuk bir de bakar ki en sevdiği arkadaşı hareketsiz yerde yatıyor. Anlarlar ki muhabbet kuşu ölmüştür.
Hemen dedesine anlatır bir gün önce yaşananları. Dede torunun elini avuçlarının içine alır ve:
"'Yaralamışsın onu evlat." der. Küçük çocuk ise hüngür hüngür ağlayarak,
"Hani ufak tefek yaralardan bir şey
olmazdı?" diye sorunca, dedesi hüzünle bakar torununa ve şöyle der:
" Muhabbet kuşları küsünce ölürler.
Onu küstürmüş, sevginizi yaralamışsın. İnsan yaralarıyla büyür evlat.. Sevgi ise yaralanınca iyileşmez.. Ölür!"
.....


313408266_122491857309974_5781632898087162229_n.jpg
 
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59

Bu çeşmeden​

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!” Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye… *Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş.​


bu-cesmeden.png

Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen ka lk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam: “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:

Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam: - “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış: De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
“Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?” O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee!” Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam: “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.

Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan: Bitti mi?” demiş adama.

Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş. Şimdi nedir isteğin?” Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:

Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…” Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!” “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara Sorma, sorma…” Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş: Eee, ne olacak şimdi? Adam: Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş: Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş: Hava bile haram, hava bile!” demiş.
VATANINA, BAYRAĞINA, MİLLETİNE, DEVLETİNE SAHİP ÇIKMAYANA Herşey haram....
 
osmanke Çevrimiçi

osmanke 

Süper Üye
Top Poster Of Month
13 Tem 2021
2,630
59
LÜTFEN YAPMA .!
BENİ AFFET ANNEM
Tam iki gün boyunca beni bıraktığın yerde kaldım. Yol kenarında uyuyorum. Arabaların gürültüsünden korkuyordum ama hareket etmedim.
Dün gece arabalardan biri durdu ve o dışarı çıktı. Beni öğle yemeğine davet etti ama hayır dedim. Beni evine davet etti ve ben de hayır dedim. Ona seni beklediğimi açıklamaya çalıştım ama dinlemedi.
Bir tasmayı çıkardı ve orada daha fazla kalamayacağımı söyledi. Onu birkaç kez ısırdım ve sonunda homurdanırken ve ağlarken altıma işedim! Senden ayrıldığımı anlamadı! Beni isteğim dışında aldı ve ayrıldık! Çok üzgündüm çünkü endişeleneceğini biliyordum. Onun evinde bitirdik.
Beni duymanı umarak bağırmaya devam ettim ama hiç gelmedin. Sinirlerimden kustum çok hasta hissediyorum Ona geri dönmem gerektiğini çünkü orada olmadığımı görünce seni terk ettiğimi düşüneceğini söyledim! Seni tüm kalbimle ve ruhumla seven ben birkaç gün önce ayrıldığımızdan beri ağlamayı kesmedim. Bunu sana asla yapmayacağımı bilmeni istiyorum.
Şu anda nerede olduğunu ya da neden arabayı durdurup beni orada bıraktığını bilmiyorum. Eminim yapacak çok önemli bir işin vardı. Şimdi gelip beni alabilir misin anne?
Bugün karnım ağrıdığı için yedim. Ben de çok yumuşak bir yatakta uyudum. Ve kazara kuyruğumu biraz salladım. Çok üzgünüm lütfen beni affet bana karşı çok nazik davranıyor. Sonsuza kadar kalabileceğimi söyledi. Bana Milo diyor ama zaten bir isim buldum. Beni aldığında ona söyleyebilirsin. Bunun büyük bir hata olduğunu ona açıkladığında ne kadar şaşıracağını göreceksin.
Çünkü anneciğim benim için geri geleceksin değil mi?
Bilinmeyen Yazar



Evcil hayvanlar artık onları istemediğimizde/ihtiyaç duymadığımızda tek kullanımlık değillerdir. Onlar ömür boyu bağlılıktır. Onlar aileden!
Onları evlat edinen ve son sevgi dolu nefeslerine kadar kurtaran herkese çok teşekkürler. Senin sayende bu dünya daha iyi bir yer.
Öyle zamanlar geldi çattı ki, utanç utanıp, çekildi köşesine. Esip gürlüyor utanmazlık...
Ataol Behramoğlu

316298285_8412287732145903_4970297856406421221_n.jpg
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri