RUHİTAN
Aktif Üye
- 11 Tem 2021
- 260
- 65
63 yaşındayım. İdealist bir eğitimci olarak, yıllarca birbirimizi anlayabileceğimiz günlerin özlemini çektim ama artık umudumu yitirmiş durumdayım. Neden mi? Çünkü bugünümüz dünden iyi değil. Bilgi ve eğitim alanında giderek kötüleşiyoruz... Neden bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettiğimi açıklamak istiyorum. Biraz uzun olacak ama zaten gereksinim duyan okur. Okumak istemeyen de okumaz.
Yıllarca belli forumlara üye oldum, moderatörlük yaptım. Aldığım sonuç şu oldu: Teknik analizler yapılıyorsa, somut gerçeklerden bahsediliyorsa, herkes bilgisi ölçüsünde anlatılanları anlayabiliyor ve ekleme yapabiliyor. Yazanla okuyan birbirini rahatça anlayabiliyor. Ama iş soyut kavramlara ve olgulara geldiğinde ise, ne yazıkki birbirimizin ne demek istediğini anlayamıyoruz... Bu da gerçekten üzücü. Nedeni çok basit ve birazdan açıklayacağım.
Okuduğum kitap sayısını hatırlayamıyorum sadece kitaplara harcadığım parayı biriktirseydim, sanırım şu anda sıfır bir A6 alabilirdim... Üniversiteye gitmeden, dünya klasiklerinin yüzde doksanını okumuştum. Okuduğum çizgi romanları saymıyorum bile ama bulabildiğim her kitabı okuduğum için, Barbara Cartland'ın aşk romanlarını bile okudum. Çok şey bildiğimi heçbir zaman iddia etmedim ama yinede biraz bilgili olduğumu sanıyordum. Üniversiteye yedi yıl gecikmeyle başladım ve başladığımda hiçbir şey bilmediğimi farkettim. metodolojiyi orada öğrendim. Ama en iyi öğrendiğim şey 'Hiçbir şey bilmediğim' oldu. Böylece; her zaman anlayışım, ünlü bir düşünüre ait bir söz olmuştu ve halende öyledir. "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir..." Beni tanıyan herkes bu sözü benden duymuştur... Halen daha, benim gözümde çok büyük olan insanların eserlerini okuduğumda, kendi kendime "Bu kadar da cahil olunmaz ki..." demekten kendimi alamıyorum. Branşım olmadığı halde Tarih'e aşırı bir ilgim olmuştu ve şu an bile öğrendiğim her yeni bilgi beni şaşkınlığa uğratıyor. Branşımın getirisi olarak Dilbilim, Karşılaştırmalı Dilbigisi, Amerikan filolojisi, Amerikan Kültür Tarihi, İngiliz Filolojisi, İngiliz Kültür Tarihi, Mitoloji v.s. okudum. Yinede oğlumun, Mitoloji'yi benden daha iyi bildiğini iddia edebilirim... Hala hiçbir şey bilmediğimin farkındayım. Bunları niye anlatıyorum? Çünkü, üniversite mezunu olmak, hatta profesör olmak bile bazen insanı cahillikten kurtaramıyor. Bu yüzden, bazıları "Biraz okumuşluğum vardır..." dediğinde artık sadece gülümsemekle yetiniyorum.
Şimdi gelelim birbirimizi neden anlamadığımıza...
BİLİŞSEL ALAN
I. BİLGİ (TANIMA ve HATIRLAMA)
A. Belirgenler Bilgisi
1) Kavramlar Bilgisi
2) Olgular Bilgisi
3) Araç ve gereçler bilgisi
B. Belirgenlerle uğraşma araçları ve Yolları Bilgisi
1) Alışılar Bilgisi
2) Yönelimler ve Aşamalı Diziler Bilgisi
3) Sınıflamalar ve Kategoriler Bilgisi
4) Ölçütler Bilgisi
5) Yöntem Bilgisi
C. Bir Alandaki Evrenseller ve Soyutlamalar Bilgisi
1) İlke ve Genellemeler Bilgisi
2) kuram ve Yapılar Bilgisi
II. KAVRAMA
1) Çevirme
2) Yorumlama
3) Öteleme
III. UYGULAMA
IV. ANALİZ
1) Ögelere Dönük Analiz
2) İlişkilere Dönük Analiz
3) Örgütleme İlkelerine Dönük Analiz
V. SENTEZ
1) Özdeşsiz Bir İletişim Muhtevası Üretme
2) Bir Plan ya da İşlemler Takımı Önerisi Ortaya Koyma
3) Bir Soyut İlişkiler Takımı Geliştirme
VI. DEĞERLENDİRME
Üniversite üçüncü sınıftayız ve 24 kişiyiz. Bir gün derse girdi ve selamlamadan sonra bir soru sordu:
“Sağduyu ne demektir?”
Mübalağasız hepimizden ayrı tanımlama geldi. Yani anlayacağınız, öğretmen adayları olarak bile, çok basit bir kavram tanımında her kafadan bir ses çıkmıştı çünkü o güne kadar kullandığımız kavramların gerçek anlamlarını öğrenmek için hiç çaba sarfetmemiştik.
Kısaca ve basitçe açıkladı:
Sağduyu, iyiyle kötüyü ayırt edebilme duygusudur… Ve devam etti. Görüldüğü gibi Bilişsel alan 6 Ana basamağa ayrılmıştır.
Bir ülkenin Çağdaş Medeniyetler Düzeyine gelmiş olabilmesi için en az 4. Basamak olan ANALİZ basamağında olması gerekiyor. Oysa biz bu 6 ana basamaktan ilki olan Bilgi basamağının birinci alt basamağı olan ‘Kavramlar bilgisi’nde bile biraraya gelemiyoruz… Bu mantıkla, Çağdaş ülkeler düzeyine nasıl geleceğiz?
İşte bu kadar basit… Kavramları hep kendimize göre yontuyoruz. Asla gerçek anlamına göre davranmıyoruz çünkü çoğunun gerçek anlamını bilmiyoruz ya da işimize geldiği gibi davranıyoruz. Milliyetçilikle Vatanseverliğin farkını bile bilmiyoruz ama iş hamasete gelince atıp tutuyoruz.
Örneğin, Cumhuriyet’le Demokrasi’nin ayrı şeyler olduğunu çoğumuz bilmiyoruz. Cumhuriyet’in olduğu her yerde Demokrasi vardır sanıyoruz. Demokrasi kavramını da bilmiyoruz ve işimize nasıl gelirse, öyle davranıyoruz. Oysa evrensel Demokrasi kavramı bellidir ve kişilere ya da uluslara göre değişmez. Demokrasiye inanıyorsanız, şiddet uygulamasına geçmediği sürece her türlü fikre saygı göstermeniz gerekir. Demokrasi sınırsız özgürlük demek değildir. Çoğunluğun yönetimde olduğu ama azınlıkların da haklarının korunduğu bir sistemdir. Şimdi particilik yapmak adına değil ama çevremde çok duyduğum için bir örneklemeyle cevap vereyim. Özellikle sağ görüşlü kişilerin CHP hakkında yaptığı bir kritik vardır: Bilmem ne kişisi kominist, o partide ne işi var? Bilmem ne kişisi HDP’yi savunuyor böylece PKK’yı savunuyor, o partiden niye atılmıyor? Atatürk’ün kurduğu parti PKK’yı mı savunacak? Yav hani sen Demokrasiyi savunuyordun? Demokratik bir insanım diyorsan, her türlü görüşe saygı duyacaksın. Bir parti içinde her düşüncede insan olabilir. Sen o partinin genel politikalarına bakmalısın. Bugün 6 milyon insanın oy verdiği bir parti yasal olarak meclisteyse, yani devletbu partinin seçimlere girmesine yasal olarak izin vermişse, düşüncelerini beğen ya da beğenme, o partiyi terörist olarak yaftalayamazsın. Bu yüzden onun başkanını da yaftalayamazsın. Madem teröristler o zaman Hukuk önünde, gerçek delillere dayandırarak, gerekli işlemleri yaparsın. Hem bunu yapmayacaksın hem de teröü savunuyor, teröristleri savunuyor diye yorum yapacaksın. Bu kavramları kendine göre yontma işidir.
Laikliği dinsizlik olarak vurgulayıp bundan nemalananlar, insanların bu eksikliklerini bildiği için işlerini yürüttüler. Başörtüsünü kullananlar da aynı şekilde... Oysa bizim annelerimiz, ninelerimiz hep evde yazma kullanır, dışarıda başörtüsü kullanırdı ama asla Türban değil. Bundan elli yıl önce, şehir içinde, babam arkadaşlarına güne giden annem ve babaannemi alıp geri dönerken, şarampole kara saplanır. Öyle bir tipi vardır ki göz gözü görmez. Saplandığı yerde askeriyenin çitlerinin kenarıdır. Hemen askerler çıkar ve bizimkileri içeri alırlar. Çay filan ikram ederler. Evle saplandıkları yer 5 kilometredir ama gelmeleri mümkün değil. O geceyi orada geçirirler. Annem de, babaannem de başörtüsü takarlardı ve bu şehir de Konyaydı. Hani başörtüsüyle askeriyeye alınmazdı... Ama sonradan öyle bir hale getirildi ki bu iş muazzam bir siyasi eylem haline dönüştürüldü.
Sonuç olarak: Çoğumuz, öncelikle bilgisisiz, gerçekçi değiliz ve takiye yapıyoruz. Kavramları gerçek anlamlarıyla değil, hep işimize geldiği gibi, çıkarımıza kullanıyoruz. Bizimle olursa terörist olmuyor ama karşı taraftaysa, terörist… Böyle mantık olmaz. Çok basit bir örnek: Adam yıllarca AKP’ye küfretti, demediğini bırakmadı ama bakan olunca tüm tükürdüklerini yaladı ve aksini söylemeye başladı. Bir sürü de taraftarı oldu… Bu yüzsüzlüğe prim verenler az mı? Nedense halk olarak çoğumuz böyleyiz. O yüzden seçtiğimiz insanlar da bizim gibi oluyor. Bir konu hakkında tartışırken, genel gerçekler, mantık ve hukuk düzeyinde ölçmek değil de, işimize nasıl gelirse, öyle anlıyoruz… Bu yüzden de tartışırken bu gözle bakıldığı için, birbirimizi anlamıyoruz çünkü anlamak işimize gelmiyor... Saygılarımla.
Yıllarca belli forumlara üye oldum, moderatörlük yaptım. Aldığım sonuç şu oldu: Teknik analizler yapılıyorsa, somut gerçeklerden bahsediliyorsa, herkes bilgisi ölçüsünde anlatılanları anlayabiliyor ve ekleme yapabiliyor. Yazanla okuyan birbirini rahatça anlayabiliyor. Ama iş soyut kavramlara ve olgulara geldiğinde ise, ne yazıkki birbirimizin ne demek istediğini anlayamıyoruz... Bu da gerçekten üzücü. Nedeni çok basit ve birazdan açıklayacağım.
Okuduğum kitap sayısını hatırlayamıyorum sadece kitaplara harcadığım parayı biriktirseydim, sanırım şu anda sıfır bir A6 alabilirdim... Üniversiteye gitmeden, dünya klasiklerinin yüzde doksanını okumuştum. Okuduğum çizgi romanları saymıyorum bile ama bulabildiğim her kitabı okuduğum için, Barbara Cartland'ın aşk romanlarını bile okudum. Çok şey bildiğimi heçbir zaman iddia etmedim ama yinede biraz bilgili olduğumu sanıyordum. Üniversiteye yedi yıl gecikmeyle başladım ve başladığımda hiçbir şey bilmediğimi farkettim. metodolojiyi orada öğrendim. Ama en iyi öğrendiğim şey 'Hiçbir şey bilmediğim' oldu. Böylece; her zaman anlayışım, ünlü bir düşünüre ait bir söz olmuştu ve halende öyledir. "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir..." Beni tanıyan herkes bu sözü benden duymuştur... Halen daha, benim gözümde çok büyük olan insanların eserlerini okuduğumda, kendi kendime "Bu kadar da cahil olunmaz ki..." demekten kendimi alamıyorum. Branşım olmadığı halde Tarih'e aşırı bir ilgim olmuştu ve şu an bile öğrendiğim her yeni bilgi beni şaşkınlığa uğratıyor. Branşımın getirisi olarak Dilbilim, Karşılaştırmalı Dilbigisi, Amerikan filolojisi, Amerikan Kültür Tarihi, İngiliz Filolojisi, İngiliz Kültür Tarihi, Mitoloji v.s. okudum. Yinede oğlumun, Mitoloji'yi benden daha iyi bildiğini iddia edebilirim... Hala hiçbir şey bilmediğimin farkındayım. Bunları niye anlatıyorum? Çünkü, üniversite mezunu olmak, hatta profesör olmak bile bazen insanı cahillikten kurtaramıyor. Bu yüzden, bazıları "Biraz okumuşluğum vardır..." dediğinde artık sadece gülümsemekle yetiniyorum.
Şimdi gelelim birbirimizi neden anlamadığımıza...
BİLİŞSEL ALAN
I. BİLGİ (TANIMA ve HATIRLAMA)
A. Belirgenler Bilgisi
1) Kavramlar Bilgisi
2) Olgular Bilgisi
3) Araç ve gereçler bilgisi
B. Belirgenlerle uğraşma araçları ve Yolları Bilgisi
1) Alışılar Bilgisi
2) Yönelimler ve Aşamalı Diziler Bilgisi
3) Sınıflamalar ve Kategoriler Bilgisi
4) Ölçütler Bilgisi
5) Yöntem Bilgisi
C. Bir Alandaki Evrenseller ve Soyutlamalar Bilgisi
1) İlke ve Genellemeler Bilgisi
2) kuram ve Yapılar Bilgisi
II. KAVRAMA
1) Çevirme
2) Yorumlama
3) Öteleme
III. UYGULAMA
IV. ANALİZ
1) Ögelere Dönük Analiz
2) İlişkilere Dönük Analiz
3) Örgütleme İlkelerine Dönük Analiz
V. SENTEZ
1) Özdeşsiz Bir İletişim Muhtevası Üretme
2) Bir Plan ya da İşlemler Takımı Önerisi Ortaya Koyma
3) Bir Soyut İlişkiler Takımı Geliştirme
VI. DEĞERLENDİRME
- İç Kanıtlar Bakımından Yargılama
- Dış Ölçütler Bakımından Yargılama
Üniversite üçüncü sınıftayız ve 24 kişiyiz. Bir gün derse girdi ve selamlamadan sonra bir soru sordu:
“Sağduyu ne demektir?”
Mübalağasız hepimizden ayrı tanımlama geldi. Yani anlayacağınız, öğretmen adayları olarak bile, çok basit bir kavram tanımında her kafadan bir ses çıkmıştı çünkü o güne kadar kullandığımız kavramların gerçek anlamlarını öğrenmek için hiç çaba sarfetmemiştik.
Kısaca ve basitçe açıkladı:
Sağduyu, iyiyle kötüyü ayırt edebilme duygusudur… Ve devam etti. Görüldüğü gibi Bilişsel alan 6 Ana basamağa ayrılmıştır.
Bir ülkenin Çağdaş Medeniyetler Düzeyine gelmiş olabilmesi için en az 4. Basamak olan ANALİZ basamağında olması gerekiyor. Oysa biz bu 6 ana basamaktan ilki olan Bilgi basamağının birinci alt basamağı olan ‘Kavramlar bilgisi’nde bile biraraya gelemiyoruz… Bu mantıkla, Çağdaş ülkeler düzeyine nasıl geleceğiz?
İşte bu kadar basit… Kavramları hep kendimize göre yontuyoruz. Asla gerçek anlamına göre davranmıyoruz çünkü çoğunun gerçek anlamını bilmiyoruz ya da işimize geldiği gibi davranıyoruz. Milliyetçilikle Vatanseverliğin farkını bile bilmiyoruz ama iş hamasete gelince atıp tutuyoruz.
Örneğin, Cumhuriyet’le Demokrasi’nin ayrı şeyler olduğunu çoğumuz bilmiyoruz. Cumhuriyet’in olduğu her yerde Demokrasi vardır sanıyoruz. Demokrasi kavramını da bilmiyoruz ve işimize nasıl gelirse, öyle davranıyoruz. Oysa evrensel Demokrasi kavramı bellidir ve kişilere ya da uluslara göre değişmez. Demokrasiye inanıyorsanız, şiddet uygulamasına geçmediği sürece her türlü fikre saygı göstermeniz gerekir. Demokrasi sınırsız özgürlük demek değildir. Çoğunluğun yönetimde olduğu ama azınlıkların da haklarının korunduğu bir sistemdir. Şimdi particilik yapmak adına değil ama çevremde çok duyduğum için bir örneklemeyle cevap vereyim. Özellikle sağ görüşlü kişilerin CHP hakkında yaptığı bir kritik vardır: Bilmem ne kişisi kominist, o partide ne işi var? Bilmem ne kişisi HDP’yi savunuyor böylece PKK’yı savunuyor, o partiden niye atılmıyor? Atatürk’ün kurduğu parti PKK’yı mı savunacak? Yav hani sen Demokrasiyi savunuyordun? Demokratik bir insanım diyorsan, her türlü görüşe saygı duyacaksın. Bir parti içinde her düşüncede insan olabilir. Sen o partinin genel politikalarına bakmalısın. Bugün 6 milyon insanın oy verdiği bir parti yasal olarak meclisteyse, yani devletbu partinin seçimlere girmesine yasal olarak izin vermişse, düşüncelerini beğen ya da beğenme, o partiyi terörist olarak yaftalayamazsın. Bu yüzden onun başkanını da yaftalayamazsın. Madem teröristler o zaman Hukuk önünde, gerçek delillere dayandırarak, gerekli işlemleri yaparsın. Hem bunu yapmayacaksın hem de teröü savunuyor, teröristleri savunuyor diye yorum yapacaksın. Bu kavramları kendine göre yontma işidir.
Laikliği dinsizlik olarak vurgulayıp bundan nemalananlar, insanların bu eksikliklerini bildiği için işlerini yürüttüler. Başörtüsünü kullananlar da aynı şekilde... Oysa bizim annelerimiz, ninelerimiz hep evde yazma kullanır, dışarıda başörtüsü kullanırdı ama asla Türban değil. Bundan elli yıl önce, şehir içinde, babam arkadaşlarına güne giden annem ve babaannemi alıp geri dönerken, şarampole kara saplanır. Öyle bir tipi vardır ki göz gözü görmez. Saplandığı yerde askeriyenin çitlerinin kenarıdır. Hemen askerler çıkar ve bizimkileri içeri alırlar. Çay filan ikram ederler. Evle saplandıkları yer 5 kilometredir ama gelmeleri mümkün değil. O geceyi orada geçirirler. Annem de, babaannem de başörtüsü takarlardı ve bu şehir de Konyaydı. Hani başörtüsüyle askeriyeye alınmazdı... Ama sonradan öyle bir hale getirildi ki bu iş muazzam bir siyasi eylem haline dönüştürüldü.
Sonuç olarak: Çoğumuz, öncelikle bilgisisiz, gerçekçi değiliz ve takiye yapıyoruz. Kavramları gerçek anlamlarıyla değil, hep işimize geldiği gibi, çıkarımıza kullanıyoruz. Bizimle olursa terörist olmuyor ama karşı taraftaysa, terörist… Böyle mantık olmaz. Çok basit bir örnek: Adam yıllarca AKP’ye küfretti, demediğini bırakmadı ama bakan olunca tüm tükürdüklerini yaladı ve aksini söylemeye başladı. Bir sürü de taraftarı oldu… Bu yüzsüzlüğe prim verenler az mı? Nedense halk olarak çoğumuz böyleyiz. O yüzden seçtiğimiz insanlar da bizim gibi oluyor. Bir konu hakkında tartışırken, genel gerçekler, mantık ve hukuk düzeyinde ölçmek değil de, işimize nasıl gelirse, öyle anlıyoruz… Bu yüzden de tartışırken bu gözle bakıldığı için, birbirimizi anlamıyoruz çünkü anlamak işimize gelmiyor... Saygılarımla.