RUHİTAN
Aktif Üye
- 11 Tem 2021
- 260
- 65
Konu başlığı biraz garip karşılanabilir ama biraz sonra anlatacaklarımla ilişkili olsun ve bu forumda herkesin bildiği biri olsun diye böyle yazdım.
Şimdi dostlar, size cevaplanması zor bir soru soracağım:
Bir şeyi çalan adama hırsız diyoruz. Babanızın, annenizin ya da kardeşinizin bir şeyi çaldığını görürseniz, ona da hırsız diyebiliyor musunuz?
Diyemiyorsanız, kusura bakmayın ama takiyecisiniz demektir... Başkası olunca tukaka ama aynı olayı kendi tarafınızdan yapan biri olunca, kem küm etmek takiyeciliktir. Bunun sonucu da, ilkelerinizi çıkar karşılığında satmaktır. Bizim gibi ülkelerin yaşadığı sorunun asıl kaynağı da bu. Bunu halkın büyük bir çoğunluğu anlamadığı sürece, ülkemiz dünyanın en harika ülkesi olmasına rağmen, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın muhteşem olmasına rağmen bu ülke bir arpa boyu yol gidemez... Hele işin içine bir de din girdi mi, artık içinden çıkılamıyacak bir boyuta girer. Atamız o yüzden Laikliği ön plana çıkarmıştı. İşte Adem beyi bu yüzden çok taktir ediyorum ve kendim gibi görüyorum... Neden mi? Doğruya doğru, eğriye eğri demesini biliyor. Çıkar için yalakalık yapmıyor... İlkelerinin satın alınmasına izin vermiyor. 28 yıllık öğretmenlik hayatımın 24 yılı Manavgat'ta ve aynı okulda geçti. Manavgat'a geldiğimde, İngilizce öğretmeni olduğum için ne cazip teklifler yapıldı. Özellikle de anutçuluk... Anutculuk yapsaydım, bugün iki tane apartmanım olurdu... Şimdi kendi evim bile yok. Ama yapamazdım. Turist bile olsa, kimseyi kandıramam ve bir malı üç dört kat fiyata satamazdım. İnanın bana bir halıyı on katına satanları biliyorum... Sattığım maldan yüzde on kazanacağım diye, göz göre göre işyerinin turisti kazıklayıp, üç dört kat para kazanmasını sağlayamazdım. Bazılarınız buna salaklık diyebilir. Onlar gavur diyebilir... Benim için onların Din'i, Dil'i, ırkı hiç farketmez, insandır. Oğlumu da bu şekilde yetiştirdim. Ama bir gün başına bir şey gelmesin diye de oturdum konuştum. Sebebini açıklayayım. Bunu en iyi Adem bey anlayacaktır. Bazen oğlumla Medya Markt ya da Vatan'a filan gezmeye gideriz, orada işi bilmeyen bir müşteri gördüğü zaman hemen müdahale eder, teknik özelliklerini söyler, pahalıysa, burada bu pahalı, şuradan daha ucuza alabilirsiniz der... Bir gün bir olay anlattı. O da benim gibi, teknolojiye, elektroniğe ve özellikle bilgisayara çok düşkündür. Teknosa'da ıvır zıvıra bakarken bir çift geliyor. Söylediğine göre adam elli yaşlarında, kadında 30 yaşlarında... Sevgili oldukları belli baba dedi. Her neyse, adam sevgilisine bir telefon almayı düşünüyor ve oradaki satıcı da bunlarla ilgilenirken, benim oğlan da kulak misafıri oluyor. Samsung Note 8 in de yeni çıktığı dönemler... Tezgahtar çocuk özelliklerini ballandıra ballandıra anlatıyor ve neredeyse en ucuz kendilerinin sattıklarını söylüyor ki o zamanlar 4700 lira civarlarında. Benim oğlan da olaya karışıp, satıcıya itiraz ediyor. Ben de ona yeni Note 8 almıştım 4080 liraya ve samsung Türkiye garantili. Satıcı çocuk "Hayır, imkansız. O Türkiye garantili değildir..." diye itiraz etmiş. Benim oğlan da "Babam internetten aldı ve Samsung Türkiye ye de kayıt ettirdim ve 4080 liraya aldık. isterseniz faturasını getirip gösteririm demiş..." Satıcı çocuk acaip bozulmuş tabi. Doğruluğuna inandığı şeyi savunmaktan asla vazgeçmez... Sonuçta kadın ben bu telefonu istiyorum demiş ve adam da parayı basıp almış. Bunu da bana akşam eve anlattı. Dedim oğlum, bir daha böyle şeyler yapma. Bazen doğruları bilsen de susmak zorundasındır. O adamın parasal sorunu yoktur ve kadın da fırsatı değerlendirmek istemiş belli ki... Yoksa adamı düşünseydi, "Daha ucuza alabileceksek, niye buradan alalım?" demesi gerekirdi. dedim. Ama yinede çoğu zaman kendini tutamaz ve olaya müdahil olur. Ben artık bu durumlarda kendimi tutmayı öğrendim... Acaba Adem bey de tutabiliyor mu merak ediyorum...
Tabi konuların bağlantısı ne diyeceksiniz haklı olarak... Arkadaşlar bu tür forumlara üye olanlar, diğer insanlara göre, teknolojik gelişmelere biraz daha yatkın olanlardır. Bu da daha bilgili olmaları anlamına gelmektedir. Ama bazıları bazen, yinede at gözlüğünden bakmaktan, ne yazık ki kurtulamıyorlar... Ülkemiz şu anda ekonomik buhranın eşiğinde. Bu enflasyon yüzünden böyle. Enflasyonun da bir sürü sebebi var. Enflasyonu yenebilmenin ilk yolu üretmekten geçer. Peki biz üretiyor muyuz? Hayır... O kadar çok şey ithal ediyoruz ki... Gayrı safimillihasıla kandırmacasıyla övünüp duruyoruz... Siz enflasyonun ne olduğunu bilmeden, cari açığın ne olduğunu bilmeden, dış borcun ne olduğunu bilmeden, üretimde kullanılacak hammaddenin çoğunun dışarıdan ve dövizle alındığını bilmeden, kapitalist düzenin ne olduğunu bilmeden, çıkıp ta ekonomik tartışma yaparsanız, bu abesle iştigal olur. Siyasiler ve özellikle iktidarlar bunu yapar. Çünkü onların işi halkı kandırmaktır... Demirel'in bu konuda bir sözü vardır: Siyaset, yapacağınızı söylediğiniz şeyi yapamadığınızda, bunu niye yapamadığınızı açıklayabilme sanatıdır..." der. O yüzden artık takım tutar gibi siyasi partileri, özellikle de iktidarı savunmayı bırakın. Onlar vekil biz efendileriz. Bu ülkeyi yönetip, bize hizmet etmeleri ve bu ülkeyi kalkındırmaları için onlara yetki veriyoruz. Yetki verdiğimiz kişiler, bizlerden büyük olamaz, olmamalıdır. Haşa tanrı rolüne soyunmaları ve her şeyi bildiklerini iddia etmeleri zaten kabul edilemez. Biz devlet için değiliz. Devlet bizim içindir. "Kurtuluş savaşı veriyoruz...kemerleri sıkmamız gerek. Allah garibanı yoklukla sınar ve bizi de sınıyor" söylemleri siyasi bir manevra ve kandırmacadır. Madem kurtuluş savaşı veriyoruz, madem kemerleri sıkacağız, soğan ekmek yiyeceğiz, kabul. Bunları yapalım. Zaten yıllardır yapıyoruz, biraz daha yaparız ama nereye kadar? Biz soğan ekmek yemeye razıyız ama önce kendilerinden başlasınlar. Kendileri soğan ekmek yemese bile en azından biftek yerine kuru fasülye yesinler ki inandırı olsun... Halka yastık altındakileri çıkarın deyinceye kadar, milyar dolarlar kazandırdıkları, milyarlarca vergi borcunu sildikleri mütahitlere: "hadi bakalım, ülkemiz zor durumdan geçiyor, kurtuluş savaşı veriyoruz. Sizde elinizi taşın altına sokun ve her biriniz yüzer milyon dolar verin..." diyebilsinler. Tüm kamudaki makam araçlarını satalım diyebilsinler. Almanya' da maliye bakanı işe bisikletle giderken biz niye makam arabası ve şöför kullanıyoruz, diyebilsinler. 13 uçağa gerek yok, bir uçak yeter diyebilsinler. Bakanlara, milletvekillerine "Bundan sonra tarifeli uçakla gideceksiniz..." diyebilsinler. Saraydan çıkıp, çankayada ki konuta taşınıp, bu kadar hizmetçiye ve özel hastaneye gerek yok. Bu aşırı israf diyebilsinler. Millet bu durumdayken, Van'da, Muğlada saray yapılmaz diyebilsinler. Bir yere giderken yüzlerce eskort araçla gidip trafiğin altüst edilmesine gerek yok diyebilsinler. Yangınlarda milyonlarca metrekarelik ağacımız yandı ve uçak kaldırmadılar... Bugünkü durumumuz, israfın, soygunun, sorunların birikerek yumak olmasındandır. Biz halk olarak her partiyi eleştireceğiz. Bu bizim hakkımız. Ama iktidarı daha çok eleştireceğiz. İyi yapılan işleri görmezden gelmekte, kötü yapılanları eleştirmemekte aynı şeydir. Bu da önce insan olmakla ve sonra da Hukukla, Adaletle yapılması gereken bir özveridir. Ben bir zamanlar blog sayfamda oy verdiğim CHP'yi öyle bir eleştirmiştim ki, sayfamı 5 bin kişi okumuştu. Cumhuriyet gazetesini bile o kadar kişi okumuyordu... Yaptıkları hataları bir bir bıralayıp, yerden yere vurmuştum. İşte Adem beyi de o yüzden seviyorum. Millete şirin gözükmek için yalakalık yapmıyor. İnandığı ve bildiği somut doğruları söylüyor. Gerçekçi davranıyor. Eminim bu yüzden başına da bir sürü olay gelmiştir. Çünkü benim başıma geldi. Çünkü böyle yaşayan insanlar mutlaka bedel öderler. O yüzden asgari ücret artışı savunmasını bırakın. Gerçeklere odaklanın. Basitce olaya şöyle bakabilirsiniz: Geçen sene asgari ücretli kaç kilo zeytinyağı ya da şeker alabiliyordu? Bu sene kaç kilo alabilecek? O zaman sonuç ortaya çıkar. Bu sene biraz daha fazla alabilecekse, zaten sorun yoktur. 28 yıllık öğretmenlik yapmış ve üç seneden beri de emekli olan biri olarak, maaşım 4170 lira. Aldığım emekli ikramiyesiyle, borçlarımı kapatmaktan başka bir şey yapamadım. Şimdi şöyle mi söylemem gerek: "Yav asgari ücret benim maaşımı geçti. Bu kadar da olmaz ki..." Böyle mi savunmalıyım. Bu dangalaklık olur... Çünkü bu tür savunanlar da var... Yıllarca duydum çünkü... "Yav dört ay tatil yapıyorsunuz, bir de dünyanın parasını alıyorsunuz..." Diyen çok veli gördüm, tanıdım... Ben de cevap veriyordum. "Madem o kadar kolaydı da sen niye okuyup öğretmen olmadın?" Bizdeki anlayış ve mantık bu işte... "Sen benden fazla maaş alıyorsun" diye savunuyor adam. Ya da bir memur istekte bulunurken, "Yav onun niye artışı o kadar fazla. Ona da benim kadar artış versene..." diye savunuyor. Oysa onun aldığı da az aslında. Savunması gereken şey aslında şu: Benim de onun kadar almam gerekiyor. Mantık bu kadar basit aslında... Bizde yükselmek için, birilerinin üstüne basıp çıkma mantığı var ne yazıkki... Bakın kısaca ve basitce bir mantık yapalım: Tuik enflasyonu % 21 olarak açıkladı değil mi? O zaman asgari ücretliye % yirmibeş zam verdin mi, onu enflasyona karşı korumuş olursun. Peki yıllardır yüzde beş, on zam yapılırken, niye şimdi yüzde elli zam yapıldı? Çok basit, demekki gerçek enflasyon tuik'in açıkladığının çok çok üstünde... O zaman "tuik gibi bağımsız olması ve halkın çıkarını koruması gereken bir kurum niye yalan söylüyor ve verileri çarpıtıyor?" diye sormazlar mı? Asgari ücret zammı bir göz boyama operasyonu ve seçim yatırımı olarak halkı aldatmadır.
Sonuç olarak; bu ülkede, Demokrasinin, Hukuk'un, refahın yükselmesini istiyorsak, her partiyi eleştirebilmeliyiz. Bizden olanlar hırsızlık yaptığında, ona da hırsız diyebilmeliyiz. Olayları din mantığıyla değil, insanlık ve adalet mantığıyla süzgeçlemeliyiz. Bunu halkın çoğunluğu olarak yapabilirsek, işte o zamam kuzey ülkeleri düzeyinde refaha kavuşuruz. Yapamazsak bir avuç zenginin kölesi olarak yaşamaya, birbirimizle dalaşmaya ve havanda su döğmeye devam ederiz... Saygılarımla...
Şimdi dostlar, size cevaplanması zor bir soru soracağım:
Bir şeyi çalan adama hırsız diyoruz. Babanızın, annenizin ya da kardeşinizin bir şeyi çaldığını görürseniz, ona da hırsız diyebiliyor musunuz?
Diyemiyorsanız, kusura bakmayın ama takiyecisiniz demektir... Başkası olunca tukaka ama aynı olayı kendi tarafınızdan yapan biri olunca, kem küm etmek takiyeciliktir. Bunun sonucu da, ilkelerinizi çıkar karşılığında satmaktır. Bizim gibi ülkelerin yaşadığı sorunun asıl kaynağı da bu. Bunu halkın büyük bir çoğunluğu anlamadığı sürece, ülkemiz dünyanın en harika ülkesi olmasına rağmen, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın muhteşem olmasına rağmen bu ülke bir arpa boyu yol gidemez... Hele işin içine bir de din girdi mi, artık içinden çıkılamıyacak bir boyuta girer. Atamız o yüzden Laikliği ön plana çıkarmıştı. İşte Adem beyi bu yüzden çok taktir ediyorum ve kendim gibi görüyorum... Neden mi? Doğruya doğru, eğriye eğri demesini biliyor. Çıkar için yalakalık yapmıyor... İlkelerinin satın alınmasına izin vermiyor. 28 yıllık öğretmenlik hayatımın 24 yılı Manavgat'ta ve aynı okulda geçti. Manavgat'a geldiğimde, İngilizce öğretmeni olduğum için ne cazip teklifler yapıldı. Özellikle de anutçuluk... Anutculuk yapsaydım, bugün iki tane apartmanım olurdu... Şimdi kendi evim bile yok. Ama yapamazdım. Turist bile olsa, kimseyi kandıramam ve bir malı üç dört kat fiyata satamazdım. İnanın bana bir halıyı on katına satanları biliyorum... Sattığım maldan yüzde on kazanacağım diye, göz göre göre işyerinin turisti kazıklayıp, üç dört kat para kazanmasını sağlayamazdım. Bazılarınız buna salaklık diyebilir. Onlar gavur diyebilir... Benim için onların Din'i, Dil'i, ırkı hiç farketmez, insandır. Oğlumu da bu şekilde yetiştirdim. Ama bir gün başına bir şey gelmesin diye de oturdum konuştum. Sebebini açıklayayım. Bunu en iyi Adem bey anlayacaktır. Bazen oğlumla Medya Markt ya da Vatan'a filan gezmeye gideriz, orada işi bilmeyen bir müşteri gördüğü zaman hemen müdahale eder, teknik özelliklerini söyler, pahalıysa, burada bu pahalı, şuradan daha ucuza alabilirsiniz der... Bir gün bir olay anlattı. O da benim gibi, teknolojiye, elektroniğe ve özellikle bilgisayara çok düşkündür. Teknosa'da ıvır zıvıra bakarken bir çift geliyor. Söylediğine göre adam elli yaşlarında, kadında 30 yaşlarında... Sevgili oldukları belli baba dedi. Her neyse, adam sevgilisine bir telefon almayı düşünüyor ve oradaki satıcı da bunlarla ilgilenirken, benim oğlan da kulak misafıri oluyor. Samsung Note 8 in de yeni çıktığı dönemler... Tezgahtar çocuk özelliklerini ballandıra ballandıra anlatıyor ve neredeyse en ucuz kendilerinin sattıklarını söylüyor ki o zamanlar 4700 lira civarlarında. Benim oğlan da olaya karışıp, satıcıya itiraz ediyor. Ben de ona yeni Note 8 almıştım 4080 liraya ve samsung Türkiye garantili. Satıcı çocuk "Hayır, imkansız. O Türkiye garantili değildir..." diye itiraz etmiş. Benim oğlan da "Babam internetten aldı ve Samsung Türkiye ye de kayıt ettirdim ve 4080 liraya aldık. isterseniz faturasını getirip gösteririm demiş..." Satıcı çocuk acaip bozulmuş tabi. Doğruluğuna inandığı şeyi savunmaktan asla vazgeçmez... Sonuçta kadın ben bu telefonu istiyorum demiş ve adam da parayı basıp almış. Bunu da bana akşam eve anlattı. Dedim oğlum, bir daha böyle şeyler yapma. Bazen doğruları bilsen de susmak zorundasındır. O adamın parasal sorunu yoktur ve kadın da fırsatı değerlendirmek istemiş belli ki... Yoksa adamı düşünseydi, "Daha ucuza alabileceksek, niye buradan alalım?" demesi gerekirdi. dedim. Ama yinede çoğu zaman kendini tutamaz ve olaya müdahil olur. Ben artık bu durumlarda kendimi tutmayı öğrendim... Acaba Adem bey de tutabiliyor mu merak ediyorum...
Tabi konuların bağlantısı ne diyeceksiniz haklı olarak... Arkadaşlar bu tür forumlara üye olanlar, diğer insanlara göre, teknolojik gelişmelere biraz daha yatkın olanlardır. Bu da daha bilgili olmaları anlamına gelmektedir. Ama bazıları bazen, yinede at gözlüğünden bakmaktan, ne yazık ki kurtulamıyorlar... Ülkemiz şu anda ekonomik buhranın eşiğinde. Bu enflasyon yüzünden böyle. Enflasyonun da bir sürü sebebi var. Enflasyonu yenebilmenin ilk yolu üretmekten geçer. Peki biz üretiyor muyuz? Hayır... O kadar çok şey ithal ediyoruz ki... Gayrı safimillihasıla kandırmacasıyla övünüp duruyoruz... Siz enflasyonun ne olduğunu bilmeden, cari açığın ne olduğunu bilmeden, dış borcun ne olduğunu bilmeden, üretimde kullanılacak hammaddenin çoğunun dışarıdan ve dövizle alındığını bilmeden, kapitalist düzenin ne olduğunu bilmeden, çıkıp ta ekonomik tartışma yaparsanız, bu abesle iştigal olur. Siyasiler ve özellikle iktidarlar bunu yapar. Çünkü onların işi halkı kandırmaktır... Demirel'in bu konuda bir sözü vardır: Siyaset, yapacağınızı söylediğiniz şeyi yapamadığınızda, bunu niye yapamadığınızı açıklayabilme sanatıdır..." der. O yüzden artık takım tutar gibi siyasi partileri, özellikle de iktidarı savunmayı bırakın. Onlar vekil biz efendileriz. Bu ülkeyi yönetip, bize hizmet etmeleri ve bu ülkeyi kalkındırmaları için onlara yetki veriyoruz. Yetki verdiğimiz kişiler, bizlerden büyük olamaz, olmamalıdır. Haşa tanrı rolüne soyunmaları ve her şeyi bildiklerini iddia etmeleri zaten kabul edilemez. Biz devlet için değiliz. Devlet bizim içindir. "Kurtuluş savaşı veriyoruz...kemerleri sıkmamız gerek. Allah garibanı yoklukla sınar ve bizi de sınıyor" söylemleri siyasi bir manevra ve kandırmacadır. Madem kurtuluş savaşı veriyoruz, madem kemerleri sıkacağız, soğan ekmek yiyeceğiz, kabul. Bunları yapalım. Zaten yıllardır yapıyoruz, biraz daha yaparız ama nereye kadar? Biz soğan ekmek yemeye razıyız ama önce kendilerinden başlasınlar. Kendileri soğan ekmek yemese bile en azından biftek yerine kuru fasülye yesinler ki inandırı olsun... Halka yastık altındakileri çıkarın deyinceye kadar, milyar dolarlar kazandırdıkları, milyarlarca vergi borcunu sildikleri mütahitlere: "hadi bakalım, ülkemiz zor durumdan geçiyor, kurtuluş savaşı veriyoruz. Sizde elinizi taşın altına sokun ve her biriniz yüzer milyon dolar verin..." diyebilsinler. Tüm kamudaki makam araçlarını satalım diyebilsinler. Almanya' da maliye bakanı işe bisikletle giderken biz niye makam arabası ve şöför kullanıyoruz, diyebilsinler. 13 uçağa gerek yok, bir uçak yeter diyebilsinler. Bakanlara, milletvekillerine "Bundan sonra tarifeli uçakla gideceksiniz..." diyebilsinler. Saraydan çıkıp, çankayada ki konuta taşınıp, bu kadar hizmetçiye ve özel hastaneye gerek yok. Bu aşırı israf diyebilsinler. Millet bu durumdayken, Van'da, Muğlada saray yapılmaz diyebilsinler. Bir yere giderken yüzlerce eskort araçla gidip trafiğin altüst edilmesine gerek yok diyebilsinler. Yangınlarda milyonlarca metrekarelik ağacımız yandı ve uçak kaldırmadılar... Bugünkü durumumuz, israfın, soygunun, sorunların birikerek yumak olmasındandır. Biz halk olarak her partiyi eleştireceğiz. Bu bizim hakkımız. Ama iktidarı daha çok eleştireceğiz. İyi yapılan işleri görmezden gelmekte, kötü yapılanları eleştirmemekte aynı şeydir. Bu da önce insan olmakla ve sonra da Hukukla, Adaletle yapılması gereken bir özveridir. Ben bir zamanlar blog sayfamda oy verdiğim CHP'yi öyle bir eleştirmiştim ki, sayfamı 5 bin kişi okumuştu. Cumhuriyet gazetesini bile o kadar kişi okumuyordu... Yaptıkları hataları bir bir bıralayıp, yerden yere vurmuştum. İşte Adem beyi de o yüzden seviyorum. Millete şirin gözükmek için yalakalık yapmıyor. İnandığı ve bildiği somut doğruları söylüyor. Gerçekçi davranıyor. Eminim bu yüzden başına da bir sürü olay gelmiştir. Çünkü benim başıma geldi. Çünkü böyle yaşayan insanlar mutlaka bedel öderler. O yüzden asgari ücret artışı savunmasını bırakın. Gerçeklere odaklanın. Basitce olaya şöyle bakabilirsiniz: Geçen sene asgari ücretli kaç kilo zeytinyağı ya da şeker alabiliyordu? Bu sene kaç kilo alabilecek? O zaman sonuç ortaya çıkar. Bu sene biraz daha fazla alabilecekse, zaten sorun yoktur. 28 yıllık öğretmenlik yapmış ve üç seneden beri de emekli olan biri olarak, maaşım 4170 lira. Aldığım emekli ikramiyesiyle, borçlarımı kapatmaktan başka bir şey yapamadım. Şimdi şöyle mi söylemem gerek: "Yav asgari ücret benim maaşımı geçti. Bu kadar da olmaz ki..." Böyle mi savunmalıyım. Bu dangalaklık olur... Çünkü bu tür savunanlar da var... Yıllarca duydum çünkü... "Yav dört ay tatil yapıyorsunuz, bir de dünyanın parasını alıyorsunuz..." Diyen çok veli gördüm, tanıdım... Ben de cevap veriyordum. "Madem o kadar kolaydı da sen niye okuyup öğretmen olmadın?" Bizdeki anlayış ve mantık bu işte... "Sen benden fazla maaş alıyorsun" diye savunuyor adam. Ya da bir memur istekte bulunurken, "Yav onun niye artışı o kadar fazla. Ona da benim kadar artış versene..." diye savunuyor. Oysa onun aldığı da az aslında. Savunması gereken şey aslında şu: Benim de onun kadar almam gerekiyor. Mantık bu kadar basit aslında... Bizde yükselmek için, birilerinin üstüne basıp çıkma mantığı var ne yazıkki... Bakın kısaca ve basitce bir mantık yapalım: Tuik enflasyonu % 21 olarak açıkladı değil mi? O zaman asgari ücretliye % yirmibeş zam verdin mi, onu enflasyona karşı korumuş olursun. Peki yıllardır yüzde beş, on zam yapılırken, niye şimdi yüzde elli zam yapıldı? Çok basit, demekki gerçek enflasyon tuik'in açıkladığının çok çok üstünde... O zaman "tuik gibi bağımsız olması ve halkın çıkarını koruması gereken bir kurum niye yalan söylüyor ve verileri çarpıtıyor?" diye sormazlar mı? Asgari ücret zammı bir göz boyama operasyonu ve seçim yatırımı olarak halkı aldatmadır.
Sonuç olarak; bu ülkede, Demokrasinin, Hukuk'un, refahın yükselmesini istiyorsak, her partiyi eleştirebilmeliyiz. Bizden olanlar hırsızlık yaptığında, ona da hırsız diyebilmeliyiz. Olayları din mantığıyla değil, insanlık ve adalet mantığıyla süzgeçlemeliyiz. Bunu halkın çoğunluğu olarak yapabilirsek, işte o zamam kuzey ülkeleri düzeyinde refaha kavuşuruz. Yapamazsak bir avuç zenginin kölesi olarak yaşamaya, birbirimizle dalaşmaya ve havanda su döğmeye devam ederiz... Saygılarımla...